0 %

Paragraf Yorumları

Yorumlar yükleniyor...

Yorum Yap

27. BÖLÜM

Yazı Boyutu
100%

"HAYAL KIRIKLIĞI"

Karşımda incindiğini görmek bu geceyi, yıldızların bile aydınlatamayacağı kadar karartmıştı.

Son birkaç dakikadır ölümcül bir sessizlik ve hareketsizlik vardı. Hazer o ipek kumaşı tutuyor ve arkası bana dönük duruyordu. Ben dışarıda, bu yıkıntıdan duyduğum derin üzüntüyle ona bakıyor, hüzünlü kalp atışlarıma bile kulak veremiyordum. Gözlerim yaşarmıştı. Sanki yıldızların birkaç dakikalık ömrü kalmıştı ve az sonra her şey sonsuz karanlığa gömülecekti.

Duygular, beni hiç hesap edemediğim zamanda yakaladı ve gözlerim acıyla kapandı. Heykeller, Han'ın önemsediği, kıymet verdiği şeylerdi. Ben danstan nasıl zevk alıyorsam, o da bu heykelleri yapmaktan zevk alıyordu. Onları bana gösterirken nasıl da heyecanlıydı, özellikle uğraştığı heykeli bitirmek için nasıl sabırsızdı. Fakat hepsi parçalara ayrılmıştı. Kim yapmıştı bunu? Nasıl içi acımamıştı?

İçeri girdim. Hazer'in omuzları seğirdi ve elindeki örtüyü tezgâhın üzerine bıraktı. Şiddetlenen duyguları kalbimde sürükleyerek yanına gittim ve elimi tereddütle omzuna koydum. Kasları elimin altında kıpırdandı ve elleri tezgâhın kenarlarını sıkıca kavradı. 

"Han..."

Bir anda dizlerinin üzerinde yere eğilip yığıntının arasında, yaptığı o çalışmanın parçalarını aramaya başladı. Heykel parçalarının parmaklarını incitmesinden endişe duyarak ben de eğildim ve gözyaşları içinde parmaklarına baktım. Tüm emekleri, çabaları öylece ellerinin içinden kayıp gitmişti. Onun bu çaresizliği, boğazıma kurşun gibi çöktü ve tüm duygularım onu korumak, onu iyileştirmek için harekete geçti. Hazer telaşla arayışına devam etti. "Kahretsin, azıcık kalmıştı! Çok az! Gülümseyişini yapıyordum, çok az kalmıştı lan!"

Bir eli sertçe saçlarının arasına girdiğinde kalbim ortadan ikiye bölünüyormuş gibi hissederek ellerimi kaldırdım ve ilk kez tereddütsüzce ellerine koydum. "Mi vida," diye fısıldadım ve bir elini saçlarından, bir elini de yığınların arasından uzaklaştırdım. Elimi ensesine koydum ve o başını bana kaldırmaya fırsat bulamadan onu ensesinden kendime çekerek göğsüme yasladım. Başı kalbimin üzerine yerleşti ve parmaklarım yumuşakça ensesini okşadı. "Şşt, tamam, buraya gel."

Hazer hareketsiz kaldı ve soluğunu tuttu. Dokunuşuma, sarılmama hazırlıksız yakalanmıştı. Bunu yaptığım için pişman değildim. Çenemi saçlarının üzerine yaslayarak onu yatıştırmaya çalışırken Hazer'in boğazından derin bir iç çekiş koptu ve hemen ardından eli sırtımı bulup montumdan sertçe kavradı. Beni kendine çekerek başını kalbime daha sıkı bastırdığında bir diğer elimi sırtına koydum ve nazikçe okşadım. Kalp atışlarımız sakin kalamadı ve Hazer soluk soluğa fısıldadı. "Bir sarılma neler yapabiliyormuş böyle..."

"Lütfen üzülme Hazer," diye fısıldadım ve nazikçe elini tuttum. Heykel parçalarını ararken asabi davrandığı için parmakları çizilmişti. "İçim parçalanıyor."

Parmakları dokunuşumla titredi ve uslu bir çocuk gibi ellerini temizlememe izin verirken, "Nasıl yapabiliyorsun?" diye fısıldadı, başıyla göğsümü eşeledi. "Elim ayağım titrerken beni nasıl sakinleştirebiliyorsun?”

Çenesinden tutarak başını kalbimin üzerinden kaldırdığımda aramızda beklenmeyen yakınlık oluştu ve Hazer montumu yumruğunun içinde sıkarak alnını alnıma yaklaştırdı. İkimiz de yerde, dizlerimizin üzerindeydik ve sık nefeslerimiz birbirine karışıyordu.

"Nasıl yaptığımı bilmiyorum," diye karşılık verdim ona, parmak uçlarım çillerinin üzerinden nazikçe geçerken. "Bir erkeğe, ilk kez bu şekilde dokunuyorum. Yüzünü tutuyorum, nefesine karışıyorum, ihtiyacı olduğu için bir erkeğe ilk kez elimi uzatıyorum. Ve eğer tüm bunlar seni iyi ediyorsa, doğru bir şey yapıyorumdur, değil mi?"

Gözlerindeki ışığı takip ederken Hazer ona yaptığım gibi yüzümü sertçe tuttu ve alnını alnımın üzerine koydu. "Çok doğru bir şey yapıyorsun," dedi ve başını hızlı hızlı salladı. "Ne hakkın var bilmiyorum ama kalbimle çok fena uğraşıyorsun."

Ürkerek elimi montunun üzerinden göğsüne koydum ve ilk kez bir erkeğin kalbine dokundum. "Burasıyla mı?" diye fısıldadım, eli bana ait bir parça gibi yüzümde dururken.

Avuçiçi, elimin üzerine oturduğunda parmaklarımız yıllarca hasret duyuyormuş gibi aceleyle birbirine karıştı. O kadar hızlı olmuştu ki bu, sanki içten içe ikimiz de bunu istiyorduk. "Burasıyla," diye onayladı. "Burası belki hak ettiğin kadar iyi değil ama... İzin ver, iyilik de güzellik de senin ellerinden gelsin. Başka kimsenin güzelliğini, iyiliğini istemiyorum. Rica ederim ürkme, duygularımın karşılığını gözlerinde gördüğüm için bunları söyleme cesareti bulabiliyorum."

"Han..." Ellerimi çekip yerden kalktım ve elini tutarak onu da nazikçe kaldırdım. Hazer gözlerini benden çekmeden doğrulduğunda parmaklarım avuçiçini zarifçe okşadı. "Sana bir daha sarılmamı ister misin?"

Elini enseme koydu ve beni sertçe kendine çekip sarıldı.

Bu gece ikinci kez çok fazla isteyerek sarılıyorduk ve ellerimi onu sakinleştirmek için kullanıyordum. Elleriyle beni sırtımdan kendine bastırıyor ve kollarıyla sıkıca kenetliyordu. Tanrım, zaten bir parça aklım var, onu da uçuracak. Omuzlarının hâlâ öfkeden inip kalktığını gördüğümde, "Şşt," dedim bir kez daha. "Sakin ol."

"Ama Safir... heykellerimi çok seviyordum.”

Sevmez olur muydu, elbette severdi. Ben nasıl dansı seviyorsam o da heykelleri seviyordu. "Bu eller senin, bu yetenek senin, daha güzellerini yaparsın." Üzerinden gelen erkeksi kokuyu içime çektim. "Bana... ilham perin olduğumu söylemiştin. Eğer hâlâ öyle düşünüyorsan, heykellerini yaparken yanında dururum, sana ilham veririm."

Hazer yüzünü omzumdan kaldırdı ve başımın üzerinde derin bir soluk alarak yumruğunu gevşetti. Önce montumu, sonra da beni serbest bıraktığında ben de ellerimi onun sırtından çektim ve bir adım geriledim. Sarılmamız sonlandı ama Hazer ensemden tutmaya devam ederek bakışlarımızı buluşturdu. "Evet, ben de bundan daha iyilerini yapabileceğimi biliyorum." Bakışlarına karanlık çökmüştü. "Fakat onları da ben yapmıştım. Günümü geceme katmıştım, çocuklar gibi mutlu oluyordum. Şimdiyse..." Bakışlarını benden uzaklaştırarak etrafına, dağılan heykellere baktı ve dudakları seğirdi. Hiçbir şey demedi, diyemedi. Ensemi yavaşça bıraktı ve bir hışımla yanımdan geçerek atölyeden fırladı.

Sikerler böyle işi, gibisinden bir şey dediğini duydum ama duymamış gibi yaptım.

Ayağımın ucundaki büyük heykel parçalarına uzandım ve en azından büyük parçaları toplayarak doğruldum. Onları tezgâhın üzerine bıraktım, atölyeye bir kez daha göz gezdirdim ve daha fazla bakmaya dayanamayarak ben de dışarıya çıktım.

Hazer sigara içiyordu.

"Kerem!"

Bağırtısı bahçede yankılandı ve ürperti vücudumdan aktı. Yanına ilerlerken Hazer sabırsızca garaj kapısına bakıyordu. Az sonra Kerem'in silueti karanlıkta göründü ve her şeyden habersiz bir gülümsemeyle koşturarak yanımıza yaklaştı. Hazer'in hemen yanındaydım, Kerem'se karşımızdan geliyordu. "Safir Ha..." diyecek oldu ama Hazer ona doğru bir adım attığında duraksayarak bakışlarını ona çevirdi. Hazer'in yüz ifadesini yeni görmüş olmalıydı ki gülümsemesi kayıplara karıştı.

"Hazer Bey, bir sorun mu var?"

"Hadi ben uyuyordum, hadi Mila uyuyordu, sen ne yapıyordun lan!" Sigarasını dudaklarından çekip aldı ve Kerem'in burnunun dibine kadar girerek dişlerinin arasından soludu. Kerem şaşkına dönmüş, gözlerini kocaman açmıştı. "Ben sana Mila'yı, canımı... ve evimi teslim ediyorum, her defasında gözünü kulağını dört aç diyorum! Sen ne yapıyordun?"

"Hazer Bey, bir kusurum mu oldu? Ben anlamadım..."

"Evi başımıza yıkacaklar, ruhun duymuyor!"

Kerem'in endişeli bakışları bana döndüğünde üzgün bir şekilde kafamı iki yana sallayarak gözlerimi atölyeye çevirdim. Kerem de bakışlarımı takip ederek atölyenin kapısından içeri baktı ve şok yaşadı. Biri onu tokatlamış gibi sersemleyerek geriye bir adım attı. "Ben... Duymadım… Hazer Bey, bu ne zaman oldu? Çok... çok üzgünüm, duymadım!" Şok içindeki bakışları hızla Hazer'e döndü; gözlerinin içi mahcubiyet doluydu. "Bi... bilirsiniz, benim gözüm kulağım açıktır, güvenliğiniz için canımı ortaya koyarım. Bu ne ara oldu anlamadım, kim yaptıysa sessiz davranmış olmalı. Yoksa ben çıkıp hesabını sormaz mı..."

"Kamera kaydını çıkar!" Hazer, daha Kerem'in cümlesi bitmeden bağırdı ve Kerem hızlı hızlı başını sallayarak itaat etti. Ah hayır, Kerem'e bu kadar yüklenmemeliydi. Nasıl üzgün, mahcup görünüyordu. Ama işte Hazer de çok üzülmüştü, içi yanıyordu. "Yarına çıkarmış ol."

"Ba... baş üstüne."

Kerem atölyeye koşmaya başladığında nasıl üzgün olduğunu görmüştüm. Mahcubiyet dışında Hazer'in haline de üzülmüş gibiydi. Hiddetli omuzlarına bakarken elimi kaldırıp montunun üzerinden omzuna koydum. "Lütfen üstüne varma, çok üzüldü çocuk. Benim bile Kerem'in duygularının samimiyetinden şüphem yok, biliyorum ki sen de ona güveniyorsun. O da bizim gibi sesleri duymamış."

Hazer dokunuşumun altında gevşedi ve ardından benden uzaklaşarak aramıza mesafe koydu. İlk an onun, benden gelen her yakınlığı kabul ettiği için aramıza koyduğu bu mesafeyi anlayamadım ama çok geçmeden sigara içtiği için uzaklaştığını anladım. Bu düşünceli hali duygularımı tetikledi ama ona yaklaşmamayı başardım.

Onu bu halde bırakıp nasıl gidecektim?

Ayağımın altındaki kar tanelerini eşelerken telefonumu çıkardım ve açmasını ümit ederek bir kez daha Gazel'i aradım. İlk birkaç saniye yanıt gelmedi, ümidimi kaybetmeye başlıyordum ki telefon açıldı. Heyecana kapılarak, "Gazel," dediğimde soluğum soğuk havada âdeta donmuştu. "Nerelerdesin sen?"

"Sorma!" Gazel'in sesi bıkkın gibiydi ama korktuğum gibi üzgün ya da mutsuz değildi. "Çok aramışsın, sessizdeydi telefon. İyiyim ben, endişelenme. Bugün... şu mahalleye gittim, ailemi aramak için. Dönüş yolunda da yanlış otobüse binmişim, bildiğin kayboldum ama şimdi evdeyim! Ya sen neredesin canımın içi? Hazer’le olduğunu düşündüğümden arayıp rahatsız etmedim ama..."

Rahatlamıştım. "Anladım tatlım, iyi olmana çok sevindim. Evet, Hazer’leyim. Aslında eve geliyordum ama... çok kötü bir şey oldu. Hazer'i yalnız bırakamam gibi hissediyorum."

"Aa, ne oldu?"

"Sonra anlatırım," dedim yumuşak bir sesle ve sonra özür diler gibi devam ettim. "Eğer sen iyiysen... bu gece Hazer’le kalayım mı? Tabii bana ihtiyacın varsa gelirim ama... iyiysen bana ihtiyacı varken Hazer’le kalayım. Bir görsen Gazel... Canım benim, nasıl üzüldü..."

"Canım benim mi?" Sesinden gülümsediği belli oluyordu. "Sen buraya gelsen de kalbini orada bırakırsın, belli! Tamam tamam, ben iyiyim, Hazer'in, canının yanında kalıver. Hoşça kal, öpüyorum."

"Kapıyı kilitlemeyi unutma, üzerini örtmeyi de.”

Konuşmayı sonlandırdığımızda bakışlarımı uzağımdaki adama diktim. Uzağımdayken bile soluğumda gibiydi. Hazer sigarasını söndürüp izmaritini attıktan sonra bana doğru döndü. Mesafemizi kapatıp yanımda bittiğinde kötü duygularının üstünden gelmesi için tebessüm ettim. "Müsaade edersen bu gece seninle kalayım…" dedim soru sorar gibi.

Hazer'in kaşları hafifçe çatıldı. "Ne müsaadesi kızım... Kolundan tutup seni eve sokmamak için zor duruyorum ben..."

Espri yaptım. "Zorbalık mı yapacaksın?"

"Yok, zorbalığı hak edene yapacağım."

Uzandı ve sert bakışlar eşliğinde çenemi yumuşakça okşadı.

Hazer sokak kapısını aralayarak beni bu gece ikinci kez içeri buyur etti. Birlikte içeri girdiğimizde yan yana portmantonun önünde durarak üstlerimizi çıkardık.

"Gel, yukarıya çıkalım."

Basamakları tırmandım ve üst kata çıktığımızda benim için ışıkları açtı. Omzumun üzerinden yüzünü izliyordum. Onu izlemeye o kadar dalmıştım ki beraber onun odasına geldiğimizi bile anlamamıştım. O durup bana baktığında ben de bakışlarımı kaçırmış, odasının kapısını görüp, "Upss," demiştim ve morali çok bozuk olmasa neredeyse Hazer'i güldürecek olmuştum.

Odasının kapısını açtığında geçmesi için biraz uzaklaştım. Burada değil, hep olduğu gibi misafir odasında kalacaktım. Han aralık kapıdan içeri geçip bana döndüğünde bakışlarımız ayrılmamıştı. Ellerimi önümde bağladım ve yüzünün bir kısmı odasının karanlığında kalırken ona güzel geceler dilemek için dudaklarımı araladım. Tam o anda Hazer beni dirseğimden tutup yavaşça odasına soktuğunda aralık dudaklarımla ona bakakaldım. Tenim yanıp kavrulurken Hazer odasının kapısını kapattı ve sırtım kapıya yaslandı. Bakışları yumuşaktı. Beni böylece odasına çekmesine, karşısına alıp o cayır cayır gözlerle bakmasına hiç hazırlıklı değildim. Elini başımın üzerinden kapıya yasladığında, "Bakma öyle, sana zarar verecek değilim," dedi alçak bir sesle. “Hiç iyi değilim ve... yatağa yatıp sen koridorun diğer ucundayken, Keşke yanımda olsa… diye düşünmek istemiyorum.”

Dudaklarımı ıslattım ve Hazer'in gözleri sertçe kapandığında, "Han," diyebildim, soluk soluğa. "Yani... ben nasıl geceyi seninle aynı odada geçiririm?"

"Yatağa yaklaşmam," dedi hızlıca. Gözlerini açtı ve kafasını, cümlesini vurgular gibi hızla salladı. "Kötü bir niyetim yok, yemin ederim. Sadece uyu tamam mı? Ben şu koltuğa geçip oturacağım."

Parmağımı dişlerimin arasına aldım ve onun yuvarlak, siyahlar içindeki yatağına baktım. Yatağa yaklaşmam diyorsa yaklaşmazdı ama... Geceyi bir erkekle aynı odada geçirmek, benim için basit bir şey değildi. "Bana öyle bakarsan... istediğin birçok şeyi yapabilirim Han."

Odadan çıkıp banyoya girdim ve diş fırçalamak gibi kişisel bakımlarımı yaparken yüzümdeki çilleri izledim. Bir süredir çillerime her baktığımda annemin dediklerini hatırlıyor, neredeyse onları yüzümden soyacak gibi oluyordum ama var olmalarının bir sebebi olduğunu da düşünmeden edemiyordum.

İşimi bitirip banyodan ayrıldım ve yatak odasının önünde durdum. Kapıyı benim için açmıştı. Kapılarını açtı benim için, ışıklarını... İşte bu yüzden Hazer. Odaya girerken başımı önümden kaldırmadım ve yatağa yaklaştım. Yatağın üzerindeki yorganın benim için açıldığını gördüğümde, "Çarşafı değiştirdim," dedi Hazer düz bir sesle. "Ama yastık kılıfını bulamadım."

"Sorun değil." Yatağın kenarına oturdum ve siyah çarşafa bakarken bacaklarımı kaldırıp yorganın altına girdim. Başımı yastığa bıraktım ve o erkeksi, tanıdık kokuyu duyumsayarak yorganı omuzlarıma doğru çektim. "Ayışığını görüyor musun?"

Bakışları omzunun üzerinden bana döndüğünde asıl mehtabın yükselişini o gözlerde gördüm. "Ayla ilgilenmiyorum, güneşle ilgileniyorum ben."

Gece Yarısı Güneşi.

Dudağımın kenarı kıvrıldı ve Hazer dikkatle yatağının içindeki bedenimi süzerken ben de onun siluetini inceledim. Pencerenin tam önündeydi, heybetli görünüyor, içeri giren ayışığını kesiyordu. Yumrukları yanındaydı ve duygularını iyileştirmeme rağmen hâlâ çok öfkeliydi.

Atölyeyi izliyordu.

"İyi geceler," diye fısıldadım. "Mi vida." 

"Güzel uykular Mila."

Burnumu yastığına dayadım ve o kokuyu ciğerime çekerek gözlerimi daha sıkı yumdum.  Huzursuz, tedirgin bir geceydi ama onunlayken ruhumu boğan hiçbir karanlık yoktu. Vücudum hafifledi ve uyku benliğime sızarken odanın içindeki adım sesleri kulağıma doldu. Gözlerimi açacak mecal bulamadım ama hissettim. Bir el başıma yerleşti ve saçlarımı okşadı. O güzel his ellerimden tutup beni bulutlara çıkardı ve bilincim tamamen kapanırken hissettiğim son şey, saçlarımı okşayan parmakların yüzümdeki çillere doğru kaydığı oldu.

Önce vücudumu basan sıcaklığı hissettim, akabinde ise boğazımda oluşan kuraklığı. Ellerimin arasında hâlâ çarşaf vardı ve sırtımdan ter akıyordu. Gün ışığı gözkapaklarıma yüklendiğinde gözlerimi yavaşça açtım ve odaya baktım. Hazer'in odasında, yatağında, yalnızdım. Çarşafı bıraktım ve doğrulurken gece gördüğüm rüyayı hatırladım.

Han'ı görmüştüm.

Üçüncü kez.

Öpüşüyorduk.

Yastığa gömülüp bir çığlık attım ve bu rüyayı unutmaya çalışarak yastığı bıraktım. Neden böyle rüyalar gördüğümü hiç anlamıyordum. Yorganı kenara atıp yataktan çıktım. O esnada bakışlarım komodin üzerindeki sigara paketine düştü ve yüzüm anında sarardı. Gece yatarken paketin dolu olduğunu görmüştüm ama şimdi içinde yalnızca bir sigara vardı.

Gece boyunca uyumamış, sigara içmişti.

Sigaralara kötü kötü bakarak arkamı döndüm ve odadan çıktım. Kapıyı yavaşça örterken Hazer'in nerede olabileceğini düşünüyordum. Koridora çıktığımda başımı kaldırdım ve bakış açıma giren manzarayla duraksadım.

Hazer Han çıplaktı.

Banyodan çıkmış olmalıydı. Islaktı, su damlaları omuzlarından ve göğsünden kayıyor, üzerine sinmiş şampuan kokusu etrafa dağılıyordu. Teni kızarmıştı, kendini sertçe keselemiş gibiydi. Tek tük tüyü vardı ve bir su damlası kıvrımlı kaslarının arasında kaybolmuştu...

"Evet, onlar kas Safir."

Başımı önüme indirdim ve vücudunu bakış açımdan çıkararak çıplak ayaklarına baktım. "Bakmıyorum."

Üzerinde bir eşofman vardı, elindeki havluyla da başını siliyor ve böylece kolu sürekli hareket ediyordu. "Tabii bakmıyordun," dedi iğneli bir şekilde.

"Affedersin," dedim ve yerimde rahatsızca kıpırdandım. "Biraz baktım."

"Benim kabahatim, uyuduğunu düşünerek böyle çıktım." Saçlarından bir damla yere düştü.

Öksürdüm ve temkinli bir gülümsemeyle kenara çekilerek odasına geçmesi için ona yol verdim. Gözlerimi kaldırmadan doğrudan misafir odasına ilerlerken Hazer bakış açımdan çıktı ama buna rağmen sırtımdaki gözlerinin ağırlığını ruhumla taşıdım.

Odaya girip kapıyı arkamdan kapattığımda Hazer'in odasının kapısı da kapandı. Dudaklarımı ısırdım ve Hazer'in ıslak, çıplak görüntüsünü zihnimden temizlemeye çalıştım.

Odaya baktığımda kenardaki torbaları gördüm. Bu odanın benim için olduğunu söylemişti, o halde torbalar bana mı aitti? Torbaya uzandım ve içine baktığımda kadın kıyafetleri olduğunu gördüm.

Torbanın içini merakla biraz daha açtım ve uzanıp elime gelen ilk şeyi aldım. Hımm, bu bir etekti. Benim için siyah, pileli bir etek almıştı. Eteğin kumaşını okşarken sürprizine karşılık sürpriz yapmak için eteği giymeyi düşündüm. Hazer dünden beri iyi değildi, belki hediyesini kabul ettiğimi görürse mutlu olurdu. Onu mutlu etmek, Tanrı'dan alkış almak gibiydi.

Benim için aldığı pileli eteği giydim ama havanın soğuk olduğunu hatırlayınca üzüldüm. Her nedense etekle giymem için çorap da aldığını düşünmüştüm, bu yüzden torbayı biraz daha kurcaladım. Yanılmamıştım. Torbada siyah çorap da vardı.

Etek belime tam oturmuştu, sanki belimin ölçüsünü biliyordu.

Aşağı indiğimde Hazer'i mutfakta, tezgâhın arkasında gördüm. Kerem de karşısındaydı. Hazer elindeki bıçakla ekmek dilimliyor, Kerem'e bakıyordu ve Kerem onun karşısında öyle iki büklüm görünüyordu ki... Gidip sırtını sıvazlamak, ona çok iyi bir insan olduğunu söylemek istedim. Durup onları izlerken Hazer'in lacivert boğazlı bir kazak giydiğini gördüm. Daha sonra içmek için bir tane sigarayı kulağının arkasına koymuştu. "Kamerayı verdim," dediğini duydum Kerem'in, sesi çekingendi. "Kaydı bugün CD'ye dökeceklermiş."

Hazer dilimlediği ekmeğin üzerine bal sürerken kafasını salladı. "Gecikmesin, sabırsızım."

"Biliyorum Hazer Bey, inanın ben de sabırsızım."

Hazer iç çekerek çıkışı işaret ettiğinde Kerem olduğu yerde geriye doğru bir adım attı ama daha fazla uzaklaşmadı. Hazer ocağa ilerleyip küçük bir cezveyi ocaktan alırken, "Söyle," dedi. Duraksadığını fark etmişti. "Bir derdin var, belli."

Kerem önünde bağladığı elleriyle oynarken, "Bu olay olmadan önce çok güzel bir haber almıştım," dedi, üzgündü. "Leyla'yı yemeğe çıkmaya ikna etmiştim, size de söyleyecektim ama bu olay olunca... Yarın akşam için sözleşmiştik ama siz izin vermezseniz arayıp söylerim. Leyla'm çok üzülür ama ne yapalım, bizim aşkımızın sınavı da siz oluverin Hazer Bey..."

Kerem'in Leyla'yı ikna etmesine o kadar sevinmiştim ki neredeyse alkışlayarak onu kutlayacaktım. Hazer cezvedeki sütü bir su bardağına boşalttı ve Kerem'e gözlerini devirdi. "Saçmalama oğlum ya, aşkımızın sınavı diyor... Git buluş, ben yapamıyorum sen yap... Behram da yaptı zaten, pis Fenerliler..."

Kerem mutlulukla güldü ve olduğu yerden fırlayarak tezgâhın arkasına geçti. Hazer tepki veremeden Kerem uzanıp onun yüzünü tuttu. Kendine çekip yanaklarından sulu sulu öptü. "Hazer Bey, çok büyük adamsınız vallahi! Siz var ya siz... Dünyanın en iyi patronusunuz! Aa durun niye itiyorsunuz, alnınızdan da öpecektim..."

"La oğlum n'apıyon?" Kerem'i omuzlarından itti ve kendinden uzaklaştırarak yanaklarını sertçe sildi. "Alnında da öpeceğim diyor ya... Nikâhlısıyım sanki, tövbe tövbe... Oğlum, bas git şuradan delirtme beni..."

"Aşk olsun Hazer Bey..." Kerem heyecanla arkasını döndü ve beni gördüğünde gözlerinin içi biraz daha parladı. Ona içtenlikle gülümsediğimde olduğu yerden bana doğru yürüdü ve sanırım Hazer'e yaptığı gibi, anın heyecanıyla beni de öpecek oldu ki Hazer onu ceketinin sırtından sertçe çekti. "Hop!"

Kerem bocaladı ve gerileyerek özür diler bakışlar attı. "Vallahi bir anlık heyecandan Hazer Bey..." Han elini ceketinden çektiğinde bana da aynı mahcup bakışlardan attı. "Kusura bakmayın Safir Hanım, mutluluğumu paylaşmak istedim sadece."

Kerem'e iyice yaklaştım ve kafamı iki yana sallayarak içten bir karşılık verdim. "Sorun değil. Ben... çok sevindim senin adına."

"Sağ ol Safirciğim."

Bu sıcak hitabına gülerken Hazer benim aksime elindeki bıçağı kaldırdı ve Kerem'e bakarak o bıçağı sertçe tahtaya indirdi. Tabii Kerem bunu görmemiş, mutlu bir gülümsemeyle bana bakıyordu. Hazer'in bu tatlı sinirini izlemekten vazgeçerek Kerem'e döndüm. "Ee, Leyla'yı nereye götüreceksin?"

"Bizim ocak başı var, orayı düşündüm..."

"Yok artık," dedi Hazer. "Ocak başı diyor ya... Sen kızı oraya götür var ya, ocak başındaki o şişleri senin karnına geçirir."

"Niye ya?" Tasasızca gülüyordu Kerem. "Kebap yeriz, şalgam içeriz."

Hazer elindeki bıçağı sıkarak Kerem'e öyle bir baktı ki beş saniye içinde Kerem gözden kayboldu.

Kerem kapıyı arkasından kapatarak çıktı ve bizi baş başa bıraktı. Başlarımız birbirine döndü ve aramızda göz kontağı sağlandı. Parmaklarımı tezgâhın ucuna yaslayarak çekici yüzüne bakarken Hazer bıçağı sakince bıraktı ve yüzümden başlayarak kazağıma kadar beni süzdü. Bakışları belime kadar iniyor, tezgâhın arkasında olduğum için eteğimi göremiyordu.

"İyi misin?" diye sordum, sesimde mâni olamadığım bir şefkat vardı.

Tezgâhın üzerindeki parmaklarıma uzandı ve onları nazikçe tutup, "Gelsene sen şöyle," diyerek beni tezgâhın arkasından çıkardı. Ona, elimi tutan parmaklarına heyecanla bakarak onun bakış açısına girdiğimde Han bakışlarını belimin aşağısına, bacaklarıma indirdi. Bir elim avcunun içinde titrerken, diğer elimle eteğimi düzelttim. Hazer'in dudakları kıvrıldı ve tuttuğu elim sayesinde beni kendi etrafımda döndürdü. "Giymişsin," diye fısıldadı.

"Yakışmış mı?" diye sordum hevesle.

Yakıcı bakışları tekrar gözlerime döndü. "Balerinime her şey yakışır."

"Gracias."

Hazer genzini temizleyerek tezgâhtaki süt bardağına uzandı. "İç," dedi.  "Senin için ısıttım."

Gülümsedim ve Hazer uzanıp ekmek dilimini de önüme koyduğunda ballı ekmeği de benim için hazırladığını anladım. Tezgâhın önündeki bar koltuğuna oturdum ve sütümü içip tazecik ekmeğimi yedim. Hazer avuçiçlerini tezgâha yasladı ve ayakta durmaya devam ederek yukarıdan bana baktı. “Aramızdaki ilişkinin samimiyetine inanarak sana bir şey sormak istiyorum," dedim çekingen şekilde.

"İlişkimiz mi?" Kafamı sakince salladığımda Hazer sırıttı. "Kafanı salladın bak! İlişkimiz mi?dedim, sen de kafanı salladın! Haberin olsun!"

Sütümden bir yudum alırken neredeyse kıkırdayacak oldum. "Çok fazla sigara içmişsin. Çok üzgün olduğun için mi sigara içtin?”

Hazer ellerini tekrar tezgâha indirerek bakışlarını da önüne çevirdi. "Sigaraya, derdimi anlatacak kimsem olmadığı için başlamıştım," dedi ansızın, cevabı fazla dürüst ve acı vericiydi. "Kederim içimde biriktikçe konuşmak istiyordum ama... beni dinleyen kimse yoktu. Ben de kederimi sigarayla geçiştiriyordum. Pek sağlıklı değil ama... Dün gece de zor bir geceydi, atölyeyi temizlerken içtim."

"Yaşadığın yalnızlık için çok üzüldüm," diye fısıldadım. Yürekten söylemiştim bunu. "Fakat... yeni bir kederin ya da sorunun olduğunda bana anlat olur mu? Böyle elini tutarım..." Uzanıp gergin eline dokundum ve anında gevşemesine mutlu oldum. "Hazer, ben buradayım. Yanındayım, derim. Sen de, Mila, Mila, Mila, dersin."

Başını önüne eğerken omuzları sarsıldı. "Keser misin şunu? Bana sevimlilik yapıyorsun…"

Kıkırdadım ve parmaklarımı elinden çekerek sütüme uzandım. Hazer daha bir şey demedi, kendisi için de bir tabure çekti ve oturup ekmeğe bal sürdü. Kendisinin de bir şeyler yemesine sevinecek oldum ama o ekmeği de bana sürdüğünü anlayıp üzüldüm.

Yarısını yediğim ekmek dilimini, tiksinmeyeceğini bildiğimden ağzına yaklaştırdım. Hazer'in dudakları aralandı ve bir ısırık aldı. Mutlu olmuştum. Gülümseyerek elimi çektim.

Bir süre sessizce ballı ekmek dilimlerini yiyip sütümü içtim. Han, ellerini ovuşturuyor, gözlerini bir noktaya dikip uzaklara dalıyordu. Üzüntüsüyle başa çıkmaya çalışsa da heykelleri için ne kadar üzüldüğünü saklayamıyordu. Saklamasını istemezdim zaten. Hazer'in açıkta bir yarası varsa, onu görmeli, gerektiğinde yardım edebilmeliydim.

Karnım doyduğunda Hazer'e teşekkür ettim ve dişlerimi fırçalamak için üst kata çıktım. O da bu esnada tezgâhtaki birkaç şeyi toplamaya başlayarak beni biraz daha mahcup etti. Banyoya girdim ve ağız bakımımı yapıp saçlarımı düzelttikten sonra tekrar yanına indim. Salondaki koltukta oturuyordu. Elinde birkaç kâğıt tuttuğunu gördüm ve koltuğa iyice yaklaştığımda Han'ın bana dönmesini izledim. Elindeki kâğıdı ters çevirdi ve avcunun içinde saklayarak tedirgin şekilde bana baktı. "Hazırım," diye fısıldadım ve şüpheci gözlerle yüzünü süzdüm. "Elinde... bana göstermeyi istemediğin bir şey mi var?"

Bakışlarını kaçırdı. "Seninle ilgili... parçaları birleştirmeye çalışıyorum."

Neyin peşindeydi, sakladıklarımın mı? Önümde dikilip saçlarımı izledi ve yanağıma düşen bir tutam saçıma uzanıp arkaya attı. "Saçlarını her gün benim için açık bırakmak seni sıkmıyor mu? Yani... uzun, gür saçların var; rahatsız etmiyor mu?"

"Hayır, saçlarımla oynamanı sevdiğim için hiç rahatsız olmuyorum. Ama bir gün sana gücenirsem, o zaman bağlarım saçlarımı..."

Kaşları huzursuzca çatıldı ve dudaklarından, "Allah göstermesin," diye bir fısıltı çıktığında bundan ne kadar korktuğunu anladım.

Saçlarımı sırtıma atıp portmantoya ilerledim. Montumla beremi giyinerek sokak kapısını açtığımda Hazer de dik yakalı bir paltoyu kazağının üzerine geçirdi. Bugün de şıktı ama takım elbise giymemişti. Patron olmak ona avantaj sağlıyor olabilirdi.

Ayakkabılarımı giyip dışarıya bir adım attığımda Kerem'in bir kürekle kapı ağzındaki karları temizlediğini gördüm. Karlar büyük oranda erimişti, zaten İstanbul'un göreceği en çok kar da sanırım bu kadar olurdu.

"Hazer Bey, şu küreği bırakıp hemen geliyorum. Arabanın ısıtıcısını zaten açmıştım, siz..."

"Sen kal," dedi Hazer. "Ev için bir alışveriş yap, kıyafetlerimi kuru temizlemeden al, CD'nin de peşine düş."

"Hay hay." Kerem ikiletmeden onayladı. "Gözünüz arkada kalmasın, bundan sonra daha dikkatliyim."

"Eyvallah."

Çıkarken atölyenin kapalı kapısına acıyla baktım ve zorlukla yutkunarak önüme döndüm. Ben bile böyleysem Tanrı bilir Hazer'in içinde nasıl fırtınalar vardır. Başımı önüme çevirip Kerem'e el salladım ve Hazer beni arabaya yönlendirirken, "Görüşürüz Kerem," dedim, o da bana karşılık verdi. "Görüşürüz Safirciğim."

Kapının önüne çekilmiş olan arabaya yaklaştığımızda, Hazer kapıyı benim için açmıştı. Centilmenliği, kalbimi buket buket çiçeklerle dolduruyordu sanki. Koltuğa yerleştim ve Han kapımı kapatıp şoför koltuğuna yerleştiğinde ellerimi dizlerime koyarak yola baktım.

Arabayı çalıştırdığında cama döndüm ve üzerinde birikmiş buhara baktım. Han parmaklarıyla direksiyonu kavramış, silecekleri çalıştırmış, günün ilham verici aydınlığını izliyordu. Parmaklarımı buharlı cama yasladım ve önce Hazer'in, sonra kendi ismimi yazarak aralarına bir kalp çizdim.

Mila ♡ Hazer

"Ne yapıyorsun?"

Elimi yazının üzerine kapattım. “Hiiiç.”

Hazer bir şey söylemedi ve yol bu sessizlikle devam etti. Hazer arabayı sahafa sürüyordu; dans kursuna akşam gidecektik, Meliha Hanım’ın işi olduğunu söylemişti Hazer. Arabası sıcaktı, bu yüzden montumun fermuarını açtım ve araba anacaddeye çıkarken çekinerek radyoya uzandım. Amacım güzel bir şarkı aramaktı ama radyonun nasıl çalıştığını bilmiyordum. Bozmamayı ümit ederek kanalları çevirirken Hazer başını bana çevirmişti. Sonunda güzel bir şarkı bulduğumda memnuniyetle geri çekildim ama o sırada elim torpidoya çarptığında, torpido açıldı. Dirseğimin acısıyla irkildim ve hızla torpidoyu kapatmaya çalışırken, "Çok özür dilerim," dedim utanç duyarak. "Şarkı açmaktı niyetim... Elime yüzüme bulaştırdım."

Torpidoya çarpan dirseğimi yumuşakça tuttu. "Sakin ol."

Torpidonun içinden bir şeyler düştüğünü gördüm. Eğilip toplarken düşenlerin arasında vesikalık bir fotoğraf olduğunu gördüm. Diğerleri de ıslak mendil ve kalemdi. Hepsini alıp doğruldum ve kalemle ıslak mendili torpidoya koyarken göz ucuyla vesikalık fotoğrafa baktım.

Fotoğraf beni şaşkına çevirdi.

Nasıl anlatılır, nasıl izah edilir bilmiyorum ama... fotoğrafta bir çocuk vardı ve Leo'nun bir kopyası gibiydi. Fotoğrafın yıllar önce çekildiğini anlayabileceğim bir kalitesi vardı ve şirince gülümseyen, dişleri görünen bir çocuk kameraya bakıyordu. Saçları Leo'nunkine benziyordu, yalnızca biraz daha koyuydu. Yüz hatları daha kemikliydi, alnı da daha genişti ama bunun dışında Leo'ya fazla benziyordu. Bu benzerlik beni şaşkına çevirdi ve saniyeler boyunca fotoğrafa bakakaldım.

"Mila?"

Başımı kaldırdım ve çevirip aynı şaşkınlıkla baktım. Hazer kırmızı ışıkta durdu ve bana bakma fırsatı yakalayarak bu şaşkınlığımı anlamaya çalıştı. "Bu bakışları tanıyorum," dedi sakince. "Bir pervasızlık mı geliyor?"

Fotoğrafı kaldırdım. "Bu çocuk kim?"

Bakışları yüzümden yana fotoğrafa kaydı ve gözleri hiç tanımadığı bir ruhu görmüş gibi duraksadı. Dudakları tek çizgi halini alırken yüzünü kırıştıracak kadar acı bir şekilde yutkundu. "O... kardeşim."

"Mustafa'dan başka kardeşin mi var?"

"O öldü Safir." Bu cümle kalbimi kırdı ve neredeyse bunu fiziksel olarak hissettim. Ölmüş bir kardeş... "Ben... bahsetme fırsatı bulamadım."

"Çok üzüldüm." Gözlerim bir anda yaşardı ve bakışlarım tekrar fotoğraftaki bu güzel çocuğu buldu. Ne zaman, nasıl öldüğünü merak ettim ama bunu sormak için doğru bir zaman değildi. "Başın sağ olsun."

"Sağ ol."

Kararsızca mırıldandım. "Kardeşin şaşırtıcı derecede kardeşime benziyor."

Hazer'in içine doldurduğu nefesi duydum. Araba harekete geçtiğinde aynı ilgiyle kardeşinin yüzüne baktım. Acılarının hatırlatılmasına ihtiyacı yoktu belki ama tüm bunları ani bir şekilde öğrendiğim için merak etmiştim. "Evet, çok benziyor. Buna ben de şaşırmıştım Safir."

Leo'yu gördüğünde duraksamaları, ona uzun uzun bakmaları ya da bakamayışları... Ah Hazer, farkında olmadan kalbini mi acıtıyorduk?

"O baya sarışınmış Hazer, sense..."

"Annelerimiz ayrı." Hazer'in kurduğu bu cümle, kulaklarımda uğuldadı ve arabanın içerisinde sanki nefes alabilen bir huzursuzluk doğdu. "Babamız bir, annemiz ayrıydı. O… babamın âşık olduğu kadından olan tek çocuğuydu."

Babasının âşık olduğu kadın... Bu cümle beraberinde onlarca soruyu dilimin ucuna sürükledi. "Babanın... annenden önce bir evliliği mi vardı?"

"Annemle evliliği sırasında," diyerek beni düzeltti ve konuştukça rahatlıyormuş gibi derin nefesler verdi. "Adem, o ilişki sırasında doğmuş. Babam annemle evliyken o kadına âşık olmuş."

"Anlıyorum," dedim yumuşak bir sesle. Ama çok üzgündüm, annesi aldatılmıştı ve kocasının onu aldattığı kadından olan çocuğa bakmıştı. "Sonra o çocuk sizinle mi yaşadı? Annesine ne oldu? Kardeşinden bahsederken sevgi dolu görünüyorsun."

"Belki de değildim." Kısık, neredeyse utandığını düşündüğüm o ses tonu yüreğimi daraltarak bakışlarımı ona çevirmemi sağladı. "Çok sevgi dolu olsam onu kıskanmazdım."

"Kardeşler arasında kıskançlıklar olabilir, olduğunu görüyoruz. Bu, yıllar sonra bile unutamayacağın bir kıskançlık mıydı ki?"

Yüzünde mimik oynamadan, "Adem, babamın dünya üzerinde en sevdiği kişiydi," dedi katı bir sesle. "Çünkü o kadına âşık olmuştu, hem de gözleri bizi görmeyecek şekilde, çılgınca... O zamandan sonra tek evladı varmış gibi davrandı."

Ah, yanlış anlamadıysam babasının kardeşiyle kendisini kıyasladığını söylüyordu. Babası kendisine bunu mu hissettirmişti? "Belki sen yanlış anlamışsındır," diye fısıldadım.

"Hayır, her şey gayet açıktı. Babam âşık olmuştu, âşık olduğu kadından da bir çocuğu olmuştu ve... babam için dünya o çocuktan ibaretti." Söyledikleri uzaklardan süratle gelen bir fırtına gibi beni hazırlıksız yakaladı ve sanki bağımdaki bahçemdeki tüm çiçekleri toprağından söktü. "Bense... onun için hep bir engeldim."

"Son dediğin cümleyi anlayamadım?"

Soruma kızmamasını ümit ederek beklentiyle ona bakarken Hazer uzanıp soğuk olmasına rağmen camı indirdi ve rüzgâr içeriyi doldurdu.

"Ben olmasaydım annemi terk edip o kadına gidecekti ama ben vardım ve mutluluğunu gölgelemiştim."

Babası, Bahar Teyze’yle evliyken nasıl bir başkasıyla olmuştu? Bu nasıl aşk olabilirdi ki? Üstelik bir çocuğu vardı. Bahar Teyze’nin bu kadından ve çocuktan haberi varken evliliği nasıl devam ettirmişti? Üstelik o çocuğa da bakmıştı. Peki kadına ne olmuştu ki Adem'e Bahar Teyze bakmak zorunda kalmıştı? Kardeşi nasıl ölmüştü? Babası, hayatı boyunca Hazer'i doğduğu için mi suçlamıştı?

Hazer aşk çocuğu değildi, aksine istenmeyen bir çocuktu.

Benim gibi. Ben de annem için istenmeyen, plansız bir çocuktum. Hep benden, beni doğurmaktan yakındığını söylemişti. Hayatını baltalamış, fiziğini bozmuş, onu babama ve bir eve mahkûm etmiştim. İstenmeyen bir çocuk olmanın ne olduğunu biliyordum.

Yolun devamında ağzımızı bıçak açmadı ve araba sahafın olduğu caddeye girene kadar neredeyse hareket bile etmedim. Hazer'in arabası kaldırım kenarında tamamen durdu ve yerdeki karların etrafa sıçradığını gördüm. Ellerimi ovuşturarak hep yaptığımız gibi vedalaşmak üzere ona döndüm ve Han'ı bana bakarken yakaladım. Eskiden birkaç saniyeden fazla üzerimde duramayan gözleri artık sonsuza dek gözlerimde kalabilirdi sanki. Dudaklarımı hafifçe kıvırarak, "Bıraktığın için teşekkür ederim," dedim. "Bana anlattığın şeyler... beni üzse de benimle paylaştığın için çok memnun oldum. Bunun için de teşekkür ederim."

Ellerini direksiyondan çekti ve aramızda inşa ettiği o kelimeyi gözlerinde taşıyarak beni izledi. "Rica ederim," dediğinde sesi genzinden geliyordu. "Ayrıca seni istediğin yere istediğin zaman bırakırım. Tabii, bana kalsa hiç bırakmam aslında ama..."

"Ama çalışmam lazım," dedim omuzlarımı silkerek.

Söylediğimi tekrarladı. "Ama çalışman lazım."

Geç kalmak istemiyordum, bu sebepten oyalanmadan arabadan inmeliydim ama amber renkli gözleri sanki beni elimden ayağımdan tutuyordu. Ellerimi dizimden kaldırdım ve dağınık saçlarına bakarak aramızdaki bağı kalbimde hissettim. Yemin ederim hissettim ve bu, bana dünyada asla yalnız kalmayacağımı gösterdi. "Ben ineyim," dedim kapı koluna uzanırken. "Hoşça kal."

"Bekle." Hareketlendiğini gördüğümde ayağımı dışarıya atmadan ona döndüm ve ne diyeceğini bekledim. Fakat Hazer bir şeyler demedi, tereddütle koltuğunda bana doğru kaydı ve elini boynuma yerleştirdi. Parmaklarının varlığını, sıcaklığını hissettim ve gözlerim yarı yarıya kapandı. Beni kendine doğru çekmeye başladı ve aynı zamanda kendisi de başını bana doğru eğmeye başladı. Heyecanlı bir an, yoğun bir bakışma yaşıyorduk. Birbirimize uzanmak için sabırsızlık duyarken aramızda milimler kaldı ve Hazer'in dudakları yanağıma kavuşmak üzereyken biri arabanın camına kuvvetle vurdu.

"Safir?"

Gazel.

Sıçradık ve bakışlarımız büyürken Hazer elini ensemden çekerek koltuğunda geriledi. Ben de önüme dönerek başımı kapıya çevirdiğimde Gazel'in güzel bir gülümsemeyle bana baktığını gördüm. Hazer'in homurdandığını duydum ve kendime çekidüzen verirken, "Sonra öpersin," deyiverdim ve Hazer'in suratına bakamadan arabadan indim. Gazel'i selamladım. "Mer... Merhaba."

"Ben... Yanlış bir zamanda mı geldim?" Gazel bu panik halimi görerek kaşlarını çatmıştı. "Yine mi böldüm?"

Biraz.

Tabii ki bunu ona söylemedim ve duygularımı kontrol etmeye çalışarak, "Konuşuyorduk," dedim. "Hoş geldin, beni görmeye mi geldin?"

Gazel anımızı bozduğu için biraz mutsuz görünerek, "Evet," dedi ve peşi sıra ekledi. "Çok özür dilerim, patavatsızlık ettim."

“Sorun değil."

Omzunu sıvazladığımda Hazer arabanın kornasına bastı ve bakışlarım tekrar arabayı buldu. Sokağın sonuna ilerlemeye başlamıştı, olduğum yerde dikilerek arkasından uzun uzun baktım.

"Etek mi giydin sen?"

Eteğimin uçlarından tutarak, "Si," dedim hevesli bir şekilde. "Hava, etek giymek için çok soğuk ama Hazer bana çok yakıştırdı."

Samimiyetle gülümsedi. "Bu Hazer de ne anasının gözü var ya..."

Koluma girip beni sahafa çekiştirdi. Bedenim soğuktan sıcağa geçişi memnuniyetle karşıladı. Çalışma arkadaşlarımla selamlaştıktan sonra Gazel’le kıyafetlerimi koyduğum dolaba ilerledik ve montlarımızı, berelerimizi çıkardık. İyi görünüyordu, gülümsüyordu, saçlarını örmüş, hafif bir makyaj yapmıştı. Patronumun gözüne batmamak için üst kata çıkana kadar konuşmadık ve üst kata çıktığımızda rafların arasına ilerledik.

"Nasılsın?"

Sorum üzerine duraksadı. "Daha iyiyim. Dün gece... bana anlattıklarını düşünüp durdum. Yaşadıkların sanki güçlü olmam için bana ilham verdi. Mesela Galip artık beni korkutmuyor, onu hayatımdan çıkaracağım."

Evet, bu gerçekten yaşanıyordu. Acı bazılarımıza ilham veriyordu. Onunla gurur duyduğumu hissederek, "Onu hayatından çıkarmak istiyorsan çıkarırsın," dedim düşünceli şekilde. "Galip’in yaptıklarını hoş göremeyiz."

"Evet," dedi. "Ayrılmak istediğimi söylediğimde çıldırdı, gözü döndü, bambaşka biri oldu. Çok gurur kırıcı ama gücünün beni bastırmasına izin verdim, bunu daha fazla yapamam. Muhtemelen bir süre peşimi bırakmayacak ama kararlıyım. Seninle yaşarız zaten. Bunu sormuyorum bile, seni yalnız bırakamam. İş bulurum; çalışıp para kazanır, beraber yaşarız."

Onu Galip konusunda ilk kez bu kadar kararlı görüyordum ve gerçekten içindeki gücü fark ettiği için sevinç duyuyordum. Behram'ın bana açtığı konuyu anımsadım ve tamamen Gazel'e dönerek ellerine uzandım.

"Madem Galip konusunu kafanda ve kalbinde tamamen bitirdin..." Behram ve ikisini yan yana düşününce mutlu oldum ve heyecanla devam ettim. "Benim de sana Behram hakkında söylemek istediklerim var."

Yüzündeki gülümseme yerini heyecanlı bir bekleyişe bıraktı. "Yoksa öğ... öğrendi mi?"

Ah, şu mesele... "Hayır canımın köşesi, onunla alakalı değil," dedim ve onu daha fazla bekletmeden açıkladım. "Dün Behram benimle konuştu, senin hakkında. Ona karşı bir şeyler hissedip hissetmediğini öğrenmemi istedi, şayet hissediyorsan seninle konuşacakmış."

Daha önce hiç görmediğim bir ışık yayıldı gözlerine. "Behram'ın bana karşı... duyguları mı varmış?"

"Si si!"

"Ağğğ!" Bir çığlık attı ve hemen sonra elleriyle ağzını kapatarak çığlığını yarıda kesti. Kıkırdadım ve etrafıma bakarak omzuna vurdum. "Sakin ol şapşal!"

"Safir!" Bir anda kucağıma atladı ve kollarını etrafıma dolayarak onda daha önce benzerine bile rastlamadığım mutlulukla beni kucakladı. "Herhangi bir şeyin beni böylesine mutlu edeceğine hayatta inanmazdım!"

Behram'ın onu mutlu edeceğini biliyordum, yanılmamıştım. "Ağlayacak mısın bir de?"

"Hayır." Kollarını çekti ve sırtını kitaplığa yaslayarak parlak gözlerini tavana kaydırdı. "Behram'ın böyle bir atakta bulunacağını düşünmüyordum, çok sevindim."

"Sen de... ona karşı duygular besliyorsun değil mi?"

"Çooook."

Abartısına güldüm ve hızlıca konuştum. "O zaman Behram'a bunu söyleyeyim, o da seninle konuşur."

"Tamam, söyle." Ellerini çenesinin altında kavuşturdu ve gülerken dişleri bile göründü. "Konuşuruz... Peki ya sonra?"

Dudağımı ısırdım. "Anladığım kadarıyla Behram bu işi ciddileştirmek isteyecek."

Elleri çenesinden inerken düşünceli bir şekilde fısıldadı. "Evlenmek mi isteyecek?"

"İyi tarafından bak. Evlenmek istediğine göre sana olan duygularından çok emin."

"Yaa... Öyle, değil mi?"

Bir kez daha bana sarıldı ve acılarımızı olduğu gibi mutluluğumuzu da paylaştık. Behram doğru bir insandı, içtendi, Gazel'e olan duygularında samimiydi; ona Galip gibi zorbalık etmezdi. Sır açığa çıktığında bunu atlatabilirlerse karşılarında daha başka hiçbir şey duramazdı.

Konuşmamız bittiğinde düşünceli şekilde işime döndüm ve o mutluluktan uçarken bunun sonsuza kadar sürmesini umut ettim. Patronumdan azar işitmek istemediğim için hızlı davrandım ve kitapları raflara yerleştirdim. Gazel de bana yardımcı oldu ve bu sırada daha başka şeylerden konuştuk. Ona Hazer'in durumunu, atölyeye olanları anlattım ve o da bu duruma çok üzüldüğünü söyledi. Galip'in bunu yapıp yapmayacağını sordum ama Gazel, Galip'in nezarethanede olduğunu, bunu yapmak için fırsatı olmadığını söylemişti.

Daha sonrasında havadan sudan şeylerden konuştuk, ona müzikal için Meliha Hanım'dan aldığım davetiyesini verdim ve o gece için çok heyecanlı olduğumu söyledim. Gazel de benim kadar heyecanlandı, sabırsızlandığını gözlerinde görmüştüm. İş ilanlarına baktı, gerekirse her işi yapabileceğini söyledi.

Bir süre sonra Gazel aynı ilçedeki bir kafenin internette açtığı eleman ilanını görerek konuşmak için sahaftan ayrıldı. O gittikten sonra sadece işimle ilgilendim, müşterilere yardımcı oldum. Mesaim bittiğinde montumu giyip beremi taktım ve herkesle vedalaşarak sahaftan ayrıldım. Gün boyu epey yorulmuştum ama kursa gidecek, koreografime çalışacaktım. Hazer de geleceğini söylemişti, acaba o şirketten çıkmış mıdır? İş çıkış saatimi biliyordu ama henüz beni aramamıştı. Telefonumu, ona mesaj atmak için cebimden çıkardım. Tam o anda telefonum çaldı.

Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi

Beni neyin beklediğini bilemeyerek telefonu açtım. “Efendim?"

"Safir Hanım, merhaba." Bu sesi tanıyordum, annemin doktoruna aitti. "Acil bir durum için rahatsız ediyorum."

Yüreğim şimdiden ağzıma gelmişti. "An... Anneme bir şey mi oldu?"

"Anneniz… kaçmış." Serzeniş dolu sesi ve kelimeleri tüm duygularımı savunmasız bıraktı. "Buraya gelirseniz çok iyi olur."

Telefonu kapatıp cebime koydum ve bu olanı sindirmek için vakit bile bulamadan etrafıma bakıp taksi aradım. Annem hastaneden kaçmıştı. Bu yeni bir şey değildi, daha önce de yapmıştı ama ben başıma ilk kez gelmiş gibi endişe duyuyordum. O beni sevmiyor, istemiyor, düşünmüyor ama ben onu seviyorum ve bundan kurtulamıyorum.

Sokaktan geçen bir taksiyi durdurup bindirdim ve adresi verdim. Annem muhtemelen şu an kendinde değildi ve başına bir şey gelmesinden endişe ediyordum. Ellerimin titrediğini görürken bu ani gelişme yüzünden gelemeyeceğimi Meliha Hanım'a haber vermek için onu aramayı düşündüm ama... Şarjım yüzde birdi! Derhal rehbere girdim, adının üzerine bastım ve telefonu kulağıma götürüyordum ki ekranı siyahlık kapladı.

Talihsizliğime üzülerek telefonu kucağıma bıraktım ve gözyaşlarımı tutmaya çalışarak camdan dışarıya baktım. Şarjım bittiği için ağlamıyordum, sadece her şey üst üste geldiğinde duygularım birikiyor ve gözyaşı olarak içimi terk ediyordu. Hassaslığım, hayatla mücadelemi zorlaştırıyordu.

Birinin ona saldırmasından ya da onun birilerine saldırmasından endişe ediyordum. Biliyorum, onun umurunda değildim ama annem benim umurumdaydı; onu umursamayı bırakamıyordum. Taksi sokağın girişinde durduğunda ücreti ödeyerek taksiden indim ve karanlıktan korkarak etrafıma bakındım.

Tek tük insan vardı, sokak lambaları olmasa tamamen zifiri olurdu ama neyse ki çok ıssız değildi. Ayağımın altıdaki karların nasıl ezildiğini duyarken başımı hararetle döndürdüm. Hızla etrafa göz gezdirdim ve buralarda olmasını ümit ederek ona bakındım. Soluklarım, hissettiğim korkudan hızlanmış, kesik kesik çıkmaya başlamıştı. Hastane az ilerideydi, hava soğuktu, en azından bir yerde oturduğunu umut ediyordum.

"Madre!"

Hastanenin önüne yürürken bakışlarım az ilerideki parka çevrildi. Annemi daha önce o parkta görmüştüm, şimdi de oraya kaçmış olabilirdi. Hastanenin güvenliği bunu nasıl gözden kaçırıp annemin hastaneden uzaklaşmasına izin vermişti? Hastaneye girmeden önce o parkın merdivenlerini indim ve karanlıkta parkı görmeye çalıştım. Yeşilliklerin arasına, salıncakların üzerine baktım ama annemi göremedim. Burada değilse neredeydi? Uzaklaşmış mıydı? Sağlığı için duyduğum endişe kalbime kara bulut gibi çökmüştü. Annemin bende sebep olduğu tek şeyin gözyaşı olmasına şaşırmıyordum. Daha fazla vakit kaybetmeden parktan çıkmak üzereyken ilerideki ağaç dallarının kıpırdadığını gördüm. Dalların çıkardığı hışırtıyı bir hıçkırık sesi takip etti.

"Anne?"

Vücudum harekete geçti ve saniyeler içinde karlı zeminde koşarak o ağacın yanına ilerledi. Elimle çalıları ve dalları kenara iterek ilerlediğimde annemi yerde otururken buldum. Ağacın altına oturmuş, bacaklarını kendine çekmiş, sallanıyordu. Üzerinde yalnızca gecelik vardı, onun dışında çıplaktı ve çok üşümüş görünüyordu. Vücudum yaşadığım stresi taşıyamadı ve dizüstü annemin yanına çöktüm. Hızla üzerimdeki montu çıkarırken, "Madre? Qué haces aquí?" 

Teni bembeyaz olmuştu, etraftaki az ışık sayesinde yüzünü seçebilmiştim. Saçları dağınıktı; bir kısmı askılı geceliğinin üzerine dökülmüş, bir kısmıysa uçuşuyordu. "Mila," dedi beni gördüğüne inanamayarak. "Mi hija."

Annemin bu titreyen, çaresiz halinin bana acı vermesine karşı koyamayarak, "Yine kaçmışsın," dedim. "Neden böyle yapıyorsun anne?"

Onu sorgulamam, yüzündeki üzgün ifadeyi bir çırpıda silip temizledi ve yerini öfkeye bıraktı. "Her yerden çıkıyorsun," diyerek azarladı beni, kendine has aksanıyla. "Doğduğun günden beri senden kurtulmak istiyorum ama bir türlü yapamıyorum!"

Diğerlerinin anneleri nasıldı bilmiyordum ama benimki böyleydi işte. Kızını kötülükleriyle besledi, doyurdu; içimi kötü anneliğiyle doldurdu. Dolan gözlerimi saklarken elimi beline kaydırdım ve onu kaldırmaya çalışarak, "Seni içeriye bırakayım, sonra zaten gideceğim," dedim daha sağlam bir sesle. "Hadi, doğrul."

Beni itmeye çalıştı. "Bana emir verebileceğini mi sanıyorsun?"

Onunla doğru iletişim kuramıyordum, hiçbir zaman kuramamıştım. Bu yüzden kelimeleri bıraktım ve harekete geçerek onu kaldırmaya çalıştım. Çok üşümüştü, teni buz gibiydi. Ben bile onu hemen bulmuştum, hastane çalışanları neden bulamamıştı? Çalıların arasına iyi gizlendiği için miydi? Onu kaldırırken bana karşı koymaya çalıştı ama titrediği için yapamadı. Üşüdüğü için dişleri birbirine çarpıyor, saçları etrafa dağılıyordu. Ellerini uzatıp bana vurmaya çalıştığında gerçekten üzüldüm ama onu bırakmadım. Küçüklüğümden beri beni hep dövüyordu zaten, bu yüzden üzülmemeliydim belki de ama çok üzülüyordum. Tırnaklarıyla yüzüme iki ince çizgi çektiğinde hazırlıksız yakalanmıştım. Bir an kolunu tutan ellerim gevşedi ve yüzüm acıyla kırıştı, gözlerimden yaşlar boşaldı. "Madre!"

"Bırak beni başımın belası!"

Onu burada öylece bırakırsam soğuktan ölürdü. Beni tırnaklarıyla deşse de ruhumla canımı acıtsa da bırakmayacaktım. Bağırıyor, onu bırakmamı söylüyor, bana vurmaya devam ediyordu.

"Anne, bana vurma..."

"Oraya gitmek istemiyorum!" Ellerini sırtıma vuruyor, ayaklarını yere bastırarak onu çekmemi zorlaştırıyordu. "Ben deli değilim!"

"Ama yine de bana vurma..."

Sanki bana vuran elleri sadece bedenime dokunmuyor, ruhumu da işliyordu.

Parktan çıktığımızda annem ağlamaya başladı. Ellerimdeki güç azalıyordu. Kaldırıma çıktım ve onu arkamda sürükleyerek hastanenin kapısına kadar getirdim. Bu sırada hastane güvenliği elinde bir telsizle konuşuyor, etrafına bakınıyordu. Polise haber vermemişler miydi? Annemi onlara bile emanet edemeyecek miydim? Güvenlik görevlisi bizi gördüğünde duraksadı ve telsize bir şeyler söyleyerek yanımıza yürüdü. Bu sırada annem az önce bana vurduğu elleriyle şimdi bana sarılmış, arkama sığınmıştı. Ellerimi omzuna kaydırdım. "Anne, lütfen daha fazla zorluk çıkarma."

"Mila, Mila... Beni burada bırakma kızım, n'olursun!"

Vücudu sarsıldı ve güvenlik görevlisi yanımıza gelerek annemi omuzlarından tuttuğunda ellerimi annemden çekerek geriledim. Annem bana sarılıyor, güvenlik görevlisine karşı gelmeye çalışıyordu ama güvenlik görevlisi güçlüydü; üstelik annemi azarlıyordu. Kaskatı kesildim ve her ne kadar canımı yakmış olsa da bu perişan haline dayanamadım. "Durun," diye rica ettim. "Ben... Ben çıkarırım!"

"Ama hanımefendi!" Adam ellerini annemin üzerinden çekti ve bezmiş bir sesle devam etti. "İyi be! Ben de bıktım zaten bu kadından!"

Kaşlarım çatıldı ama dudaklarımdan hiçbir kelime çıkmadı. Annemi azarlamasına, ondan bezdiğini söylemesine üzülmüştüm ama bir şey diyemiyordum. Güvenlik görevlisi telsizi çıkarıp içeriye haber verirken annemi sakinleştirdim ve onunla hastaneye doğru yürüdüm. Etrafta pek insan yoktu, olanlarsa bize bakıyordu. Annem bana yaslandı ve ağlayıp şikâyetler ederek benimle yürüdü.

"Ah anne, hiç mi sevilecek bir çocuk değildim?" diye fısıldadım ve gözlerimi önüme çevirdim. 

Hastaneye içeriye girdiğimizde iki sağlık personeli bize yaklaştı ve annemin doktoru koridorun ucunda göründü. Hemşireler annemin kollarından tutup onu benden aldıklarında ellerimi önüme indirdim ve annemin arkasından paramparça halde baktım. Sanki o ağladıkça ufalandım, küçüldüm ama aynı zamanda hislerim boyumu aştı, büyüdü… Gözden kaybolmadan önce annem omzunun üzerinden bana dönüp ağlayan, çaresiz gözlerle baktı ve o an son direncim de kırıldı. Hıçkırıklara boğularak ağlamaya başladım ve arkamı dönüp koşarak hastaneden çıktım.

Koşmazsam ilerleyemem çünkü bu yol yürümekle bitmeyecek. Doktorun arkamdan bağırdığını işittim ama durmadan, hastanenin bahçesini koştum. Soğuk rüzgâr nefesimi kesiyor, duygularım boğazımda birikiyordu. Çığlık atmak istiyordum. Saçlarım uçuşup yüzüme çarparken hastanenin bahçe kapısından fırladım ve koşarak caddenin sonuna ilerledim.

Yapamıyorum, ne kadar koşarsam annemin sevgisizliğinden kaçamıyorum.

Diğer sokağa girdiğimde yavaşladım ve kollarımı kendime sardığımda montumun yokluğunu fark ettim. Bu beni bir an duraksattı ama dönmedim. Neyse ki telefonum ve paralarım eteğimin cebindeydi. Titreyen vücudumu kontrol etmeye çalışırken yüzümdeki sızlamayı hissettim. Annemin suratımda açtığı yaralar soğuk hava yüzünden dehşet verici şekilde sızlıyordu.

Kalabalık bir caddeye girdiğimde taksi gördüm ve çevirerek arka koltuğuna bindim. Aklımı toparlamaya çalışırken taksi hareketlendi ve dans kursuna ilerlemeye başladı. Saat kaçtı bilmiyordum ama çok geç kaldığımı biliyordum. Beni beklemişler miydi? Ya Hazer, beni aramış mıydı? Onları merakta bıraktığım için çok üzgündüm ama elden ne gelirdi ki? Annemi bulmak zorundaydım. Anneme kendimi sevdirmek için çok şey yapmıştım ama olmamıştı. Annemse onu sevmemem için çok şey yapmıştı ama onu sevmiştim.

Kafamı toparlamaya çalışırken taksi dans kursunun önünde durdu ve yanımdaki son para da cebimden çıktı. Borcumu ödeyerek taksiden indim ve gözyaşlarımı ellerimle silerek dans kursunun merdivenlerini tırmandım. Belki de beni beklemekten vazgeçip gitmişlerdi. Üst kata çıktığımda ne kadar üşüdüğümü yeni fark ettim ve kollarımı sıvazlayarak salona doğru yürüdüm. Kapıyı itip açtım ve yaşlarla dolu gözlerimi salonda gezdirir gezdirmez Meliha Hanım’la göz göze geldim.

Oturduğu koltuktan doğrulurken benim bakışlarım etrafta gezindi ama hayır, Hazer yoktu. Gelmediğim için gitmişti. Doğru, neden bekleyecekti ki? İçim burkuldu ve bakışlarım terkar Meliha Hanım’ı bulduğunda, "Sonunda geldin demek," dedi.

Ah, kızgındı. Bunu fark ettiğimde telaşla, “Açıklamama izin verin,” dedim ama Meliha Hanım elini kaldırdı. “Gerçekten çok yorgunum Safir, mazeretlerini dinlemeyeceğim. Bu iş disiplin işi ve sen haber verme zahmetine bile girmeden ortadan kayboluyorsun.”

Neden böyle kaba davranıyordu ki? Gerçek bir mazeretim vardı, üstelik ilk kez böyle bir şey yapmıştım. "Bu söylediklerinizi hak etmiyorum," dedim onun duyabileceği bir sesle. "Gerçekten bir mazeretim vardı."

Meliha Hanım koltuğun üzerindeki laptopu alırken çattığı kaşlarının altından beni süzdü. "Disiplinli olduğunu düşünmüştüm, oysaki arayıp mazeretini söyleme gereği bile duymadın."

"Hazer nerede?" diye sordum. Daha fazla açıklama yapmayacaktım çünkü ne dersem diyeyim zaten beni anlamayacaktı. Sadece Hazer'in nerede olduğunu öğrenmek istiyordum.

"İşte bundan bahsediyordum," dedi Meliha Hanım, bilgisayarını kucağında tutup aynı onaylamaz bakışlarla beni izlerken. "Gelmiş bana Hazer'i soruyorsun. Yaptığın dansı çok önemsediğini sanıyordum ama son günlerde aklın hep başka işlerde! Aranızdaki ilişki etik değil, bunu Hazer’e de söylemiştim."

Hazer’le aramızdaki ilişki... Onların etik olmadığını düşünüyordu. Peki bu neye, kime göreydi?

"İkimiz de yetişkin insanlarız, kendimiz için etik olanı veya olmayanı biliriz. Teşekkür ederim."

Ceketini de alarak kolunun üzerine koyduktan sonra hiçbir şey demeden yanıma kadar geldi ve yüzümü uzun uzun izledi. "Aranızda tam olarak ne var bilmiyorum ama çok yeteneklisin Safir ve bunu bir erkek için harcama. Bir erkeğin peşinde değil, yeteneğinin peşinde koş. Sonra çok üzülürsün. Bir erkeğe ayıracağın vakti dansa ayırırsan en iyisi olabilirsin. Bu iş müzikalle kalmamalı, sen çok daha iyi yerlerde olmayı hak ediyorsun. Fakat... bu şekilde olmaz. Daha şimdiden dansı ikinci plana attın, çok üzülüyorum buna."

İçini çekip bana biraz daha baktıktan sonra çıktı. Dansı ikinci plana attığımı, böyle giderse olduğum yerde sayacağımı, yeteneğimi kaybedeceğimi düşünüyordu. İyi de neden? Hazer dans konusunda beni destekliyordu, hatta kafamın içinde onunla bile dans ediyordum. Ayrıca dans hâlâ en çok önemsediğim şeydi. Meliha Hanım yanılıyordu! Dansı ikinci plana atmayacaktım. Bazı duyguları tanıdığım için dansa veda edecek değildim.

Sinirlerim çok bozulmuştu, ruhumdaki duygu kaymalarını hissediyordum. Annemin başına gelenler, onun sevgisizliği, gelip burada Meliha Hanım’la tartışmam, Hazer ve dans hakkında söyledikleri... Nasıl bir akşamdı bu? Çok üzgündüm. Kafamı çevirip sahneye baktım ve sırtımı kapıya yaslayıp gözyaşlarım dinene kadar orada durdum.

Yanılıyordu işte! Hazer beni danstan ayırmazdı. Aksine gelip dansıma katılırdı. Dansın müziği olurdu, şarkısı olurdu, izleyicisi olurdu, alkışlayanı olurdu ama asla ayıranı olmazdı.

"Tanrım, neden işlerin karıştığını hissediyorum?" diye fısıldadım.

Kurs yerinden ayrıldım ve ne yapacağımı düşünerek kaldırımın üzerinde durdum. Evime gitmeliydim ama Hazer'i merak ediyordum. Muhtemelen beni aramış, açmadığımda endişelenmişti.

Taksiye bindiğimde yanımda paramın olmadığını hatırladım ama başka yapacak şeyim yoktu, akbilim montumun cebinde kalmıştı. Hazer'in evine gittiğimizde ücreti Kerem'den isteyecek, yarın da hemen ona borcumu ödeyecektim. Yine bir şekilde birisine karşı mahcup olacağım için üzgündüm ama başka seçeneğim yoktu.

Sokağa girip Hazer'in evine yaklaştığında kendime çekidüzen vermiş, taksi tamamen durduğunda bahçeye bakmıştım. Saçlarımı sırtıma atarken, "Yanımda hiç nakit yok," dedim mahcubiyetle. "İçeriden alıp hemen geleceğim."

Taksi şoförü dikiz aynasından huzursuzca baktı. "Biraz çabuk olursa..."

Kapıyı açtım ve kendimi soğuk havaya atarak eve ilerledim. Bahçenin kapısı kapalıydı, içeriden kilitlenmiş olmalıydı. Kerem'in bahçede olmasını ümit ederek demir kapıya birkaç kez vurdum. "Kerem!"

Çok geçmeden bahçedeki adım seslerini işiterek rahatladım. Kilit döndü ve ardından kapı aralandı. Beni böyle görmenin şaşkınlığını yaşayarak, "Safirciğim," dediğinde gülümsemeye çalıştım ve bakışlarımı kaçırarak mırıldandım. "Merhaba."

"Merhaba, hoş geldiniz. Buyursanıza Safir Hanım?"

Mahcubiyetle konuştum. "Taksiyle geldim, maalesef yanımda yeterince..."

"Safir Hanım, buyurun siz içeriye geçin. Ben ilgileniyorum. Siz geçin, zaten üşümüşsünüz..."

Ona büyük bir minnet duyarak içeri girdim ve Kerem taksiye yaklaşırken başımı utançtan önüme eğdim. Bahçeyi yürüyerek açık olan sokak kapısına yaklaştım ve içeride Hazer'i aramaya başladım. Işıklar açıktı ama evde kimse yoktu. Tekrar kapıya gittiğimde Kerem'in bahçe kapısını kapatıp yanıma ilerlediğini gördüm.

"Safir Hanım, iyi misiniz?"

Kerem kapıya kadar gelip endişe içinde bana bakarken kollarımı etrafıma sardım ve iyi olmadığım halde kafamı sallayarak teşekkür ettim. "Çok yardımcı oldun Kerem, teşekkür ederim. Ne kadardı? Borcumu hemen ödeye..."

"Kız ne diyorsun sen?" Kerem abartılı bir üzüntüyle bana baktı. "Borç falan, duymayayım ha!"

"Ne kadar iyisin Kerem..."

Genişçe gülümsedi ve hemen sonra titreyen vücuduma bakış attı. "Peki siz iyi misiniz?"

Değilim. "Hazer evde yok mu?"

"O da sizi aramaya gitmiş," dedi Kerem. "Beni aradı, sizin burada olup olmadığınızı sordu. Ben olmadığınızı söyleyince telefonu kapattı. Size ulaşamamış, ben haber vereyim bari."

Bu soğukta onu da sokaklara düşürdüğüm için üzüldüm ve hızlıca başımı salladım. "Kapı ağzında durup daha fazla üşümeyin, geçin hadi."

İçeri geçtim ve salondaki kanepeye otururken Kerem'in Hazer'i aradığını duydum. Telefonu almak, Hazer, buradayım. Neredesin? Yanıma gelsene, demek istedim ama yapamadım. Kerem ona evde olduğumu, iyi olduğumu söyleyerek telefonu kapattı ve mutfağa geçerken mırıldandı. "Çok üşümüş olabilirmişsiniz, size sıcak bir şeyler yapmalıymışım."

"Hazer mi söyledi?"

"Evet, o da bir Mecnun artık..."

Kerem kısa süre içinde çay yaptı ve bana verdi. Ona sayısız kere teşekkür ettim ve o rahat etmem için alt kata, müştemilata indiğinde getirdiği çayı içtim. Hayatıma kötü insanlar girmişti, beni dağıtmışlardı ama işte, iyi insanlar da girmişti ve beni topluyorlardı. Çayımı içerken kazağımın soğukluğu beni rahatsız etti ve daha rahat ısınmam için uzanıp onu üzerimden çıkardım. Kerem yukarıya çıkmazdı, üstelik askılım rahatsız edici derecede çıplak bırakmıyordu beni.

Kazağımı kenara bıraktım ve saçlarımın arkasındaki kurdeleyi düzelterek koltukta bağdaş kurdum. Hazer'in evine varınca kendimi daha güvende, daha iyi hissetmiştim. Telefonumu eteğimin cebinden çıkarıp ortadaki sehpaya bıraktım ve çay bardağını ellerimde tutarak ilerideki pikaba baktım. Çok yorgun hissediyordum, annemin görüntüsü gözlerimin önünden gitmiyordu, üstelik yanağım hâlâ sızlıyordu.

Hazer gelince tüm sıkıntım bitecekmiş gibi hissediyordum.

Koltuğun üzerinde dakikalarca, kollarımı dizlerimin etrafına sarmış vaziyette oturdum ve onu bekledim. Ayaklarım, parmaklarım gün boyu çok acımıştı, çorabımı çıkarıp ne halde olduklarına baktım ve parmaklarımın soyulduğunu gördüm. Elimi ayağımı yıkamalıydım, bu yüzden çok yorgun hissetsem de oturduğum yerden kalkarak banyoya çıktım.

Elimi yüzümü yıkadıktan sonra ayaklarımı da yıkadım ve aynadan yüzüme baktım. Yanağımda iki ayrı ince çizgi oluşmuştu, biraz belli oluyordu ve canım acıyordu. Parmaklarımı açık yaranın üzerine koydum ve annemin bana verdiği acılara dokunmuşum gibi hissettim. Genelde duyguları neyin öldürdüğünü bilmiyordum ama benim duygularımı annem öldürüyordu. "Müzikalim var… Ya o zamana kadar geçmezse? Sahneye böyle mi çıkacağım?"

Elimi o iki ince çizginin üzerine kapatarak aynadan dolu gözlerime baktım ve anneme küsen kalbimle banyodan çıktım. Çok üzülüyordum ancak ne yaparsam yapayım annem beni sevmeyecekti.

Basamakları indim ve son basamağa adım attığım esnada, sokak kapısına vurulduğunu işittim. Saçlarımı hızla omuzlarımdan arkaya ittim ve koşarak kapıya vardım. Kapıyı açtığımda rüzgâr peşinde Hazer'i sürükleyerek içeri girdi ve bakışlarım Hazer’i buldu. Onu göreceğimi bilmeme rağmen güzel yüzüne hazırlıksız yakalandım ve gözlerine bakakaldım. "Han..."

Hazer rahatlamış göründü ve kapının pervazına yaslanıp ellerini yüzüne kapattı. İçimde âdeta taş üstünde taş kalmadı ve parmaklarım tereddüt içinde ona uzandı.

"Hola."

"Merhaba diyor ya..." Hazer ellerini yüzünden indirdi ve endişe içindeki yüzünü bana çevirdi. Nefesi düzensizdi ve bakışları vücudumda dolaşıyordu. Burun delikleri genişledi ve bir adım öne gelerek görüş alanımı kendisiyle kapladıktan sonra yüzüme yaklaştı. "Öbür tarafa gidip geldim sayende!"

"Efendim?"

Gözleri bir anlığına kapandı ve sonra tekrar açıldığında içlerinde gölgemi gördüm. Gözlerini açtığı hızda bana doğru uzandı ve ellerini yüzüme koyarak beni gafil avladı. İri avuçları yüzümü kapladı ve kendini bana yaklaştırarak gözlerime, yüzüme yakından baktı. Elmacıkkemiklerimi okşadı. "Saatlerdir seni arıyorum, sana ulaşmaya çalışıyorum... Sen hiç mi düşünmüyorsun Hazer beni merak eder diye? Niye dönmüyorsun bana?"

Yüzümü avuçlarına yasladım ve yaşadıklarımı hatırlayarak bir daha duygusallaştığımda, "Bir saniye," dedi Hazer ve ellerinden birini yanağımdan kaldırdı. Yüzüme düşen saçlarımı nazikçe kenara bıraktı. "Yanağında bir şey var."

Han'ın da bakışları yanağıma kaydığında dudağımı ısırdım. Biraz olsun sakinleşen bakışları hızla alevlendi ve burun delikleri genişledi. Yüzü anında kaskatı kesilirken gözü seğirdi ve dudaklarının arasından tıslamayı andıran bir ses çıktı. "Mila, Mila... Güzelim, biri sana... saldırdı mı?"

"Hayır," dedim telaş içinde. "Gel, içeriye geç de anlatayım."

Cevabım Hazer'i biraz yatıştırmış gibiydi ama hâlâ gözlerini yanağımdan ayıramıyordu. Kollarımı kendime sardım ve o paltosunu çıkarıp portmantoya koyarken içeri geçtim. Han vakit kaybetmeden ardıma düştü. Az önce kalktığım koltuğa oturdum ve ellerimi vücudumdan indirerek dizlerimin arasına koydum. Hazer de aramızda az bir mesafe bırakarak hemen yanıma oturdu ve abajurun loş ışığı altında, bu kaygılı ifadesiyle bile nasıl olduysa çok güzel göründü. Onu görmek, ona bakmak beni öyle rahatlattı ki neredeyse bu rahatlamayla ağlayacak oldum.

"Mila?"

Anlatmamı bekliyordu. "Sizi beklettiğim için çok üzgünüm," diye fısıldadım. "Bilerek yaptığımı düşünme."

Söylediklerim üzerine başını hızla salladı. "Düşünmem."

"Teşekkür ederim." Kendimi tüm duygularımla beraber ona daha yakın hissettim ve asla yapacağımı düşünmediğim bir şey yaptım. Koltukta ona doğru kayarak yaklaştım ve Hazer'in gözleri belli belirsiz irileşirken omzunun altına girerek çenesinin altından ona baktım. Han bocaladı ve nefesini tutarak yukarıdan bana baktı. " Bir keresinde bana, sana bu kadar yakın olabilir miyim diye sormuştun ya hani... Şimdi ben sana bu kadar yakın olabilir miyim?"

Başını hızlı hızlı salladı. "Uzağımda olmayı düşünme bile."

Dudaklarım titredi. "Bana karşı o kadar iyisin ki ağlayasım geliyor Hazer."

"Sen gerçek bir melek gibisin Mila. Ağlama, ıslanmasın kanatların."

Elini çıplak omzuma koyduğunda tenim tenini tanıdı ama buna rağmen tüm vücudum irkildi. Dokunuşunu sadece omzumda değil, her yerimde hissettim. Çok sıcak, özel bir dokunuştu. Elini omzuma koydu ama beni kendisine yaslamadı, sadece varlığını hissettirdi. Hazer de çıplak tenimi hissederek duraksadığında elini çekmemesi için kazağının uçlarına tutundum.

"Bugün sahaftan çıktıktan sonra hastaneden aradılar," diye durumu açıklamaya başladım. "Annemin kaçtığını söylediler, ben de derhal oraya gittim. Giderken Meliha Hanım'ı arayıp gelemeyeceğimi söyleyecektim ama şarjım bitti. Aksilikler işte! Gidip annemi aradım, onu bulup hastaneye götürdüm..." Elimin birini yüzüme götürerek çiziklerin üzerine koydum. "Yüzümü de... onu bulduğumda annem yaptı. Oraya dönmek istemediği için benimle boğuşup durdu. Seni, Meliha'yı endişelendirdiğim, beklettiğim..."

"Mila, Mila, Mila..." Hazer bir fısıltıyla araya girdi ve başparmağı çıplak tenimi usulca okşadı. "Halin kalmamış, çok yorulmuşsun. Seni can kulağıyla, istediğin kadar dinlerim ama önce biraz dinlenmen lazım."

Bana kızgın değildi, biraz bile. Bu gerçek beni rahatlattı ve yüzümden derme çatma bir gülümseme geçti. "Dinlenirim. Sen de çok yorulmuşsun mi vida."

Han'ın kalp atışlarını duydum. "Yanına oturdum, dinlendim."

"Hazer..."

"Gel, uzan şöyle."

Elini omzumdan çekti ve o el az sonra bacaklarıma uzandı. Eteğimi düzeltip elinin içini dizime doğru kaydırdı ve eli dizimde sakince durdu. Anlaşmışız gibi bakışlarımız birbirini buldu. Hazer'in çıkıntılı âdemelması loş ışıkta bile görünüyordu.

Bacaklarımı yukarı çektim ve koltuğa uzanıp başımı yastığa koydum. Hazer kalkıp katlanmış battaniyeyi alarak döndüğünde göz temasını koruyarak battaniyeyi açtı ve eğilip üzerime örttü. Omuzlarımın bir kısmı açıktı, Hazer de çekilirken omuzlarıma bakıyordu. Doğruldu ve geçip hemen yandaki koltuğa oturdu. Dirseklerini dizlerine dayamış beni izlerken elimi çenemin altına koydum ve dudaklarımı ısırdım. Aramızda az bir mesafe vardı, dizleri hemen önümdeydi. "Ayakların için bugün eczaneden merhem almıştım," diye fısıldadı yanağıma bakarak. "Acaba onu yüzüne de sürebilir miyiz?"

Benim için merhem almıştı, ne ince davranıştı ama. Hem mahcup oluyor hem de beni düşünmesine mutlu oluyordum. "Hep beni düşünüyorsun.”

Dudağının kenarı kıvrıldı ve çenesini avcunun içine yaslayarak kirpiklerinin altından bana baktı. Bir an hem o kadar tatlı hem de o kadar çekici göründü ki nefesim sekteye uğradı. Kirli sakallarına, amber gözlerine bakarken karnımda bir ağrı oluştu ve bu histen kurtulmak için ona başka şeyler sordum. "Aklıma geldi de... Atölyeye ne olmuş, kim yapmış, öğrenebildin mi?"

Hazer'in ifadesi anında değişti ve bakışlarındaki kara bulutlar, bir fırtınanın habercisi gibi göründü. "Kerem'e sormadım daha ama çıkarmıştır CD'yi. Zaten bir tahminim var ama..."

"Kimin yaptığını düşünüyorsun?"

Elini çenesinden ayırdı ve diğer eliyle birleştirerek sertçe ovaladı. "Nazım."

Nazım, Hazer'in evini ya da atölyesini biliyor muydu ki? Hazer'in bunu düşünmesi için nasıl bir gerekçesi vardı? Yanağımı koltuğun yastığında kaydırarak, "O yapmaz ki," deyiverdim. "Neden yapsın canım?"

Hazer bakışları beni buldu ve dudakları tek bir çizgi halini aldı. "Onu ne kadar tanıyorsun ki?" dedi kaskatı bir sesle. "Ayrıca tabii ki yapar! Onu dövdüğüm için intikam almak istemiş..."

Hayrete düştüm. "Döv... dövdün mü?"

Hazer'in dudakları aralıklı kaldı ve o an bunu söylediğinin farkında olmadığını anladım. Başını önüne çevirerek gözlerini yumdu. "Haddini aşmıştı!"

"Bu kabul edilemez," dedim kaşlarımı çatarak.

Boynunu iki yana doğru yatırarak kütürdetti. "Kabul etmediğimiz şeyler çakıştığında bu olur Mila! Ters düşeriz."

"Bir daha bunu yapma," dedim bakışlarımı ondan uzaklaştırıp yere sabitlerken. Duyduklarım hiç hoşuma gitmemişti. Hazer'i herkese karşı nazik, iyi, merhametli biri olarak hayal ediyordum. "Ters düşmek istemiyorum."

"Ben böyleyim Mila. Korumam gerektiğini hissettiğim her şeyi, herkesi korurum," dedi kendinden emin bir sesle.

Kalbim gerginlikle kasıldı. "Bunu yapabilmenin sayısız yolu var Hazer."

Ellerini birbirine vurdu. "Benim bildiğim yol bu."

"Rica ederim sesini yükseltme."

Konuştuğunda sesi daha alçak ve yumuşaktı. "Affedersin, elbette sesimi yükseltmem."

"Tamam."

"Tamam."

Gözlerini tekrardan açıp başını bana çevirdiğinde bakıştık ve gerginlikten kuruyan boğazım düğüm düğüm oldu. O da benimle kendi duyguları arasında kalmış gibiydi, tıpkı benim gibi.

"Hazer Bey!"

Kerem'in telaşlı sesini duyduğumuzda bakışlarımızı arkaya çevirdik. Üst kata çıkmış, merdivenlerin başında bize bakıyordu. Elinde laptop vardı, koşarak çıktığı nefesinin düzensizliğinden belli oluyordu. Hazer hemen ayağa kalktı.

"N'oluyor?"

"Bunu izlemeniz lazım." Yanımıza yürüdü ve eğilip laptopu orta sehpanın üzerine bıraktı. Henüz siyah bir ekrandan başka bir şey görünmüyordu. "Kayıtta görünüyor atölyeyi kimin o hale getirdiği."

Han yumruklarını gevşetti ve uzanıp bilgisayardaki tuşlardan birine dokundu. Siyah ekran anında değişti ve atölyenin görüntüsü ekrana düştü. Her şey videonun başladığı ilk birkaç saniye normal seyrinde ilerledi ve az sonra atölyenin kapısı açıldı.

Kapının açılmasıyla kameranın açısına tanıdık bir yüz ve aynı anda vücuduma sayısız ağrı girdi. Nefes almayı bıraktım ve gördüklerime inanamayarak şaşkınlık mırıltıları döktüm. Hazer de benimle aynı şaşkınlığı yaşıyor olmalıydı ki kıpırdamadı ve benim gibi büyük bir dehşetle kaydı izledi. Her şey olabilirdi, herkes olabilirdi ama... Sorular kafamın içinde büyüdü ve hayal kırıklığı sanki tüm kemiklerimi kırıp ağzıma doldurdu. Görüntü akıp gitti ve heykeller kırılıp parçalanırken gözyaşları bu gece bir kez daha yanaklarıma düşüverdi. Gördüklerimi kabul edemiyordum ama her şey netti. Atölyeyi darmadağın eden Gazel'in ta kendisiydi.

BÖLÜM SONU.